30 Aralık 2012 Pazar

2012'ye Veda

     Yarın 2012'ye veda edeceğiz. Çoğumuz yılın son günlerinde geçen yılın muhasebesini yapıyor ve gelecek yılda gerçekleştirmek istediklerimizi gösteren uzun listeler hazırlıyoruz. Listemizdeki maddelerin de çoğu maddiyatla ilgili oluyor: şunu alayım, şuraya gideyim gibi. Benim de burada sizlerle paylaşamayacağım bir 2013 listem var tabi ki. Ama inanın ilk ikisini çıkartırsanız, diğer tüm isteklerim gerçekleşse bile 2013 benim için iyi bir yıl olmaz. O yüzden sizlerle listemin ilk iki maddesini paylaşacağım:
1) SAĞLIK. Lafın gelişi değil, gerçekten her şeyin başı sağlık. Sağlık olmayınca listenizdeki hiçbir şeyin anlamı olmuyor. Örneğin ev mi almak istiyorsunuz, hastanelerde sürünüyorsanız, sarayda otursanız ne yazar? En çok görmek istediğiniz yer Amerika mı? Emin olun, bir şekilde mümkün olsa gitseniz ve orada hastalansanız gözünüz Özgürlük Anıtı'nı bile görmez. O yüzden ben her zaman listemin ilk sırasına 'sağlık' yazıyorum.
2) AN'I YAŞA. Sıklıkla telaffuz ederiz bu iki kelimeyi fakat nadiren hakkını veririz. Çünkü şükretmek yerine hep şikayet ediyoruz. O yüzden de karşımıza çıkan fırsatları kaçırıyor, yanından geçtiğimiz güzellikleri görmüyor, her şeyi ıskalıyor ve an'ı yaşamıyoruz. Benim listemin ikinci sırasında da 'an'ı yaşamak' var. Belki de başımıza gelen iyi şeylerin sayısı sandığımız kadar az değildir, sadece biz an'da olmadığımız için farkına varamıyoruzdur. Ne dersiniz?
     Henüz bu blog'u yazmaya başlamadan önce, 5 Temmuz 2012'de bir yazı yazmıştım. Yeri gelmişken onu da sizlerle paylaşmak istiyorum. An'ı yaşamanın önemini kendinize sık sık hatırlatın, yaşadığınız güzelliklerin farkına varın ve şükredin. Ben öyle yapacağım. Hepinize şimdiden sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yıl diliyorum. 
     
CARPE DİEM - AN'I YAŞA
Mutfak masasındasın. Yalnız kahvaltı etmekten hatta sofraya oturmaktan hiç hoşlanmazsın. Ama yine yalnızsın. Çocuklar aceleyle kahvaltılarını yapmış kalkmışlar. Bu yaşta onlardan senin de kahvaltın bitene kadar masada kalmaları beklenemez doğrusu. Kirli tabaklar, boş çay bardakları, yarım bırakılmış ekmekler ve kafanda düşüncelerle sen baş başasın. Kahvaltıdan sonra renklileri makinaya atayım, 3’te kızımın İngilizce kursu var, onu kursa bırakınca Aslı’ya uğrarım  -sabah annesini Türkiye’ye yolcu edecekti, yalnız kalmasın-, akşam eşim de yok evde çocukları oyalayacak bir faaliyet bulmam lazım… derken bir an evdeki sakinliği fark ediyorsun. Çocuklu evlerde sessizliğin pek hayra alamet olmadığını bugüne kadarki annelik tecrübelerinle anlamış bulunuyorsun. Şöyle çaktırmadan kalkıp çocuklara bakıyorsun neler yapıyorlar diye. Kıbrıs’ın Temmuz sıcağında rüzgârın serinlettiği yegâne yerlerden biri olan ön balkonunuzdaki masaya kızın oturmuş dün aldığınız hamurla saç modelleri yapıyor. Biraz daha şaşırtıcı olanı ise oğlun sen hiçbir şey demeden televizyonu kapatmış ve yine dünkü alışverişte kendi seçip aldığı ‘Kutuplarda İnecek Var’  isimli kitabı okuyor. Hem de ne okuma, sen koridordan geçerken hiç laf atmıyor sana. Şaşkın bir şekilde masaya dönüyorsun, çayından bir yudum alıyorsun, çayın tadı yayılırken ağzında, dışarıda hiç susmak bilmeyen cırcır böceklerinin sesini fark ediyorsun aynı anda. Farkına varmak… Ne garip değil mi, cırcır böcekleri saatlerdir ötüyorlar, hatta sabah uyandığında camdan o kadar çok sesleri geliyordu ki rahatsız bile oldun. Ama şimdi ilginç bir şekilde içine bir huzur doluyor. Hep istediğin ama nadiren gerçekleştirebildiğin bir şey yaşıyorsun aslında o anda. Anı yaşıyorsun ve şükrediyorsun. Çocuklarım sağlıklılar ve büyüdüler. Kendilerini iyi ve güzel şeylerle meşgul ediyorlar. Doğanın içinde, çayımı içiyorum. Allah’a şükürler olsun hiçbir sıkıntım yok diyorsun. Gözlerine yaş doluyor birden, yaşadığın o ‘an’ın güzelliğinden.
‘An’ bitiyor. Kızın ‘anne sana da saç yapayım mı’ diye sesleniyor. Evdeki sessizliğin bozulduğunu fark eden oğlun ‘bugün bilgisayar süremi biraz uzatsak olur mu anne’ diyor. Öndeki inşaatın gürültüsü cırcırböceklerinin sesini bastırıyor. Daha masayı toplayıp, ekmek kırıntılarını süpürmen lazım. Yoksa pencerenin altındaki minik delikte bekleyen karıncalar işbaşı yapacaklar. Çayımı bitirip başlayayım diyorsun. Bir yudum daha alıyorsun çayından. Bu çay da soğumuş yahu….  

28 Aralık 2012 Cuma

Yılbaşı Partisi

     Çocuklarımın okulunda, yılın son günlerinde bir yılbaşı partisi düzenleniyor. Partinin yapılacağı gün okula serbest kıyafetle gidiyorlar. Pasta-börek yiyorlar, dans edip, eğleniyorlar. Yeni yılın gelişini kutluyorlar.
     Parti yaklaşırken, kızım partide 'modelli bir şey' giymek istediğini söyledi bana. Geçenlerde Jasmine Court Otel'de düzenlenen Model konserine gitmiştik, orada bir kız varmış, şortunun üstüne pullu bir bluz giymiş, çok modelliymiş, o da artık modelli giyinmek istiyormuş, tatlı tatlı anlattı durdu. Birkaç günlük uğraştan sonra ne giyeceğine karar verdi nihayet. Bu kez 'uzun çizme' krizi baş gösterdi, onun çizmesinin boyu kısaymış ve o uzun çizme giymek istiyormuş. Ona da peki, 'alalım sana bir uzun çizme' dedik. 
     Bir de abimiz var tabi. Onun giyimle kuşamla pek işi olmaz. Ailemizin en tutumlu ferdi olduğu için şunu alalım, bunu istiyorum gibi istekleri de pek olmaz. (Bu genlerini tamamen amcasından almış.) Hatta bazen ona aldığımız şeylerin fiyatını sorar, 'çok pahalıymış, buna o kadar para mı verdin anne' diye çıkışır bana. Her neyse, sonuçta bir yılbaşı alışverişi sözkonusuysa ona da sorulacak 'almak istediğin birşey var mı?' diye.
     'Hayatım sen bir şey ister misin?' dedim. 
     'Evet anne CTR 360 istiyorum' dedi. 
     Efendimmmm???
     Oğlum kırk yılın başı bizden birşey istiyor ve de ben onun ne olduğunu bilmiyorum. (Allah'ım bu çocuk benim bilmediğim şeyleri bilmeye başladı, demek ki büyüyor.) Kapladı mı içimi bir hüzün, kaldım mı öylece. Biraz daha ayrıntı isteyince, CTR 360'ın hiç top oynamasını bilmeyen biri bile ayağına giydiği zaman  iç kısmındaki parça ile topu yumuşatarak, burnundaki parçayla da çok güzel orta atmasını sağlayan bir krampon olduğunu öğrendim. Ayrıca oğlumun 20 kişilik sınıfında 5 kişi de bu krampondan varmış, en önemli detay ise kramponlar %50 indirime girmiş. (Yok, yok, bu çocuk benim az önce idrak ettiğimden daha fazla büyümüş, kocaman adam olmuş besbelli.)
     Okul çıkışı onları aldık, birinin çizmesini, diğerinin kramponunu aldık, evimize geldik. Ertesi gün giyeceklerini hazırlayıp bir kenara koydular. Kokoş kızıma inat oğlum Fenerbahçe maçına gider gibi giyinmeyi tercih etti. Kıyafetlerin yanına ayakkabılar da kondu. Benim ortaokul yıllarımda da Converse furyası vardı, hiç unutmam benimkiler siyah ve boğazlıydı, çocuklarımın heyecanını görünce o zamanlar geldi aklıma. Bir mutluluk bir heyecanla uykuya daldılar o gece. 
     Onlar uyuduktan sonra, ne zaman büyüdü bunlar diye düşündüm. Kucağımda küçük birer bebekti ikisi de. Evet hâlâ küçükler, ilkokula gidiyorlar henüz ama yine de büyükler. Arkadaşlarıyla geçirdikleri zaman bizimle geçirdikleri zamandan daha kıymetli olmaya başladı, biri modayı takip ediyor, diğeri indirimleri. Biri süslü, diğeri fanatik. Evet doğru, bazen çok özlüyorum bebekliklerini. Kucağıma alıp mis mis kokladığım o günlerini. Ama büyüdüklerini görmek de ayrı bir güzelmiş. Ayrı bir mutlulukmuş. Şükürler olsun diyor, yılbaşı partisi yazısını daha fazla dramatik hale getirmeden noktayı koyuyorum.


21 Aralık 2012 Cuma

21 Aralık 2012

     Ben, 'Dünya'nın sonu geldi' diyenlere değil de, bir dönemin bitip yeni bir dönemin başladığını söyleyenlere inananlardanım. Nitekim öyle oldu, 21 Aralık 2012 saat 13:11'de kopacak denen kıyamet kopmadı. Hatta kıyametin kopacağı söylenen saatlerde Kuzey Kıbrıs'ta gökyüzünde nefis bir gökkuşağı vardı. Açıkçası bu gökkuşağı bana yaşayacağımız aydınlık günlerin müjdecisi gibi geldi. Günlerdir gündemi meşgul eden '21 Aralık Efsanesi' de burada sona erdi. 
    

     
     Bu tarih, yeni bir dönemin başlangıcı olduğu gibi, tesadüfen benim blog'umun da doğum günü oldu ve ilk yazımı yazmak bugüne kısmet oldu. 
     Yolculuğumu sizlerle paylaşmaya başladığım için heyecanlı ve mutluyum. 'İyi yolculuklar' dileklerinizi de şimdiden aldım, kabul ettim...